Masonlar ve Marangozlar

Özgürlük- güvenlik ikilemine benzer bir şekilde,
karşıt kavramlar üzerinden, hem Çin hem de Kuzey Avrupa kültürlerinde
vurgulanan “herşey zıttı ile kaimdir”[1] ilkesi gereği,
sınıflandırmalar yapılagelmektedir. Kültürlerin ve medeniyetlerin
sınıflandırılmasında çeşitli kaynaklarda doğu- batı, gelişmiş- ilkel, kuzey-
güney[2], medeni- bedevi[3], bencil- diğerkâm[4], maddî- uhrevi[5] gibi kavram çiftlerinin
kullanıldığı görülmektedir. Bunlara ek olarak çiftçilik kavramına karşı -sığır
çobanlığı (cowboylar ve ABD) ve at çobanlığı (Moğollar) çağrışımı
olarak-çobanlık; doğayla uyum içinde yaşamanın özet bir ifadesi olarak
-“Marangoz’un oğlu”[6]
olarak anılan veya marangoz olduğu kabul edilen Hz. İsa ve aynı zamanda
marangoz olan Osmanlı Sultanlarından II. Abdulhamit’in
çağrıştırdığı-marangozluğa karşı masonluk (taş ustalığı) gibi oldukça ilginç
çağrışımları olan kavram çiftlerinden bahsedilebilir.

Ayrıca beyin- kalp ikilisi etrafında da bir
değerlendirme yapmak mümkündür. Elektriğin keşfiyle Batı kültürünün büyük bir
sıçrama yaparak zirve noktasına ulaşması, paralel bir şekilde insan vücudunda
kalbin yerine beynin merkez kabul edilmesi ile kendini gösteren bir dönüşümdür.
Beyin vücuttaki elektrik akımının merkezi, nihai noktası ve anlamlandırıldığı
yerdir. 1900’lerdeki elektrik eksenli keşifler kalp eksenli Doğu Kültürü’nün[7] yerini Batı Kültürü’nün
alacağının bir göstergesi gibi olmuştur. Sıcak kan ve damar ağı ile vücudun her
noktası ile iletişim kuran, besleyen, beslenen; kan aracılığıyla hormonların
taşınmasını sağlayarak duygusal olarak kontrol eden ve kontrol edilen kalbin
yerini vücudun her tarafını sinir demetleri ve elektrik sinyalleri ile çok daha
hızlı ancak duygusallıktan, besleyicilikten uzak ve soğuk bir şekilde kontrol
eden ve/veya kontrol edilen beyin alır.

Bir diğer ayrım da beyin odaklıdır ve beynin sağ
yarısının görev alanına giren kavramlarla sol yarısının görev alanına giren
kavramlar ve medeniyet algısı arasında yapılabilir. İlginç bir şekilde bu
ayrımın anlam bulutu, daha geleneksel olan beyin kalp ayrımının anlam bulutuna
oldukça yakınsamaktadır. Bu nedenle kalptense daha beyin odaklı olan Batı
Kültürü için aslında daha anlaşılabilir ve kabul edilebilir olduğu
söylenebilir. Dr. Jill Bolte Taylor, 2008 yılında verdiği bir konferansta hem
bir nöroanatomist olarak hem de beyninin sol yarısındaki bir kanamadan
kaynaklanan bir inme deneyimleyen biri olarak yaşadıklarını paylaşır:

[8] Oldukça ilginç tespitlerin
yanında inme anında beynin sağ yarısı ile “düşünebildiği” anları ifade eden
kavramlardan biri olarak “Nirvana’ya ulaştığından” bahsetmektedir. Böyle bir
tanımlamaya göre, “Batı”nın solda yer aldığı bir yerleşimde, Hindistan’da sağ
kısma denk gelmektedir.

Güncel bir örnek olarak gelişen bir değilleme (zıt
kavram) ise doğallık ile ifade edilir hale gelmiştir ki, aslında doğallığa olan rağbetin bu yükselişi, kültür olarak adlandırılan insan
inşasının tamamından çok, Kuzey Avrupa ve AvroAmerika göreneklerinin ürünlerine
karşı gelişen bir tepkiden kaynaklanır.

Bu çerçevede, medeniyet kavramı olumsuz karşılıkları
üzerinden tanımlanarak da bir miktar daha net bir çerçeveye kavuşturulabilir.
Medeniyet eğer sadece yaşanılan yer ile ilgili olarak algılanırsa o halde
medeni olmama köylülük, bedevilik, taşralılık olarak kabul edilebilir. Bunlar
arasında Türkçe bir kelime olan taşra, “dışarı” anlamıyla şehrin dışını tümden
ifade etmesi açısından daha kullanışlı olacaktır. Eğer bazı etik değerlere
sahip olma durumu olarak kabul edilirse o halde vahşilik ve barbarlık
olumsuzlama için denk düşmesine rağmen vahşilik canavar benzeri anlamıyla daha
anlamlı bir bağlam oluşturur görünmektedir. Estetik ve sosyal ortamlardaki
davranışları düzenleyen değerler bağlamında ele alınırsa herhangi bir insanî
düzenleme yapılmamış doğal ortam olarak yaban/yabanî, aynı zamanda estetik bir
düzenleme de içermemeyi ifade etmesi açısında uygun olabilir.

İnsan coğrafî koşullar gibi etkenlerin tesiri altında
geliştirdiği kültürünü tarihi ve coğrafî sarkacın iki ucundan birine bahsi
geçen kavram çiftlerini kullanarak yerleştirmeye çalışır. Oysa İslâm, insanı
her iki ucun aşırılıklarından koruyacak bir bakış tarzı ile amaç Allah’ı aramak
olduktan sonra doğulu ya da batılı olmanın bir önemi olmadığını
vurgulamaktadır.[9]
Bu nedenle de İslâm, doğduğu topraklar bağlamında yani coğrafî anlamda da,
kültürler için yapılagelen geleneksel sınıflandırmalar yani tarihsel bağlamda
da hem doğuludur hem de batılıdır. Bu da gösterir ki İslâm kendini dünyaya
indiği toprakların bağlamından soyutlayabilmesi ve evrensel bir değer sistemine
dönüşebilmesiyle din ve inanç eksenli bir medeniyet anlayışından bahsedebilmeyi
mümkün kılar. “‘Doğu da Batı da Allah'ındır’ der Kur'an (2:142). Eski Batı
tarihi çalışanlar, böyle dengeli bir perspektife sahip olmakta zorlanmış,
antitez ve çatışma ima ederek Doğu ve Batı'yı kutuplaştırmaya meyilli
olmuşlardır. Yunanlılar kendi etnik kimliklerini ve Doğu'dan ayrı olduklarını,
Pers imparatorluğunun saldırılarını püskürttükten sonra fark etmişlerdir. Ancak
gerçekte 'Orient’ kavramı, çok daha sonraları, Haçlı seferleri esnasında Batı
dillerine girmiştir. Bu durum, klasik Yunan ve Doğu arasındaki bağlantıları
bugün dahi önyargısız tartışmanın neden zor olduğunu açıklamaz. Ama buna kim
girişirse girişsin, kemikleşmiş tavırlarla, bir rahatsızlık duygusuyla ve
kızgınlık olmasa bile bir savunmayla karşılaşır. … Bu durumun sebebi büyük
ölçüde iki yüzyıl önce başlayan ve özellikle de Almanya'da kök salan
entelektüel gelişime dayanır. Gittikçe artan akademik uzmanlaşma, ideolojik
koruma anlayışıyla birleşerek, tastamam bir izolasyon içinde katıksız bir
Klasik Yunan imgesi ortaya çıkarmıştır. XVIII. yüzyıla kadar, Filolojinin
Teolojiyle yakından bağlantılı olduğu süre boyunca, İbranilerin kutsal kitabı,
Yunan klasikleriyle aynı kefeye konmuş ve bağlantılar herhangi bir rahatsızlık
uyandırmamıştır.”[10]

Oysa Kur’an-ı Kerim’de, bahsi geçen onca kavram
ikilisinin en popüler olanı -Doğu Batı- üzerinden, insanın
kavramsallaştırmasında bu tür zıtlıklar olmasına rağmen, gerçekte bir zıtlık
olmayabileceğine işaret ediliyor gibidir. “Nihai olarak bizler ister iman
medeniyetleri olsun ister akıl medeniyetleri olsun, hedeflerini gösterirken ve
insanlarını eğitirken, birbirine benzemese bile yine de inanç müessesesini
kullandıklarını görürüz. Bu gerçek bize şu düşünceyi telkin eder ki her
medeniyet için bir potansiyeldir. Sanıldığının aksine hiçbir inanç sistemi
bağlayıcı değildir. Hiçbir medeniyetin kurulup gelişmesine engel teşkil etmez.
Yalnız bir nokta vardır ki o da yönetimler insanların bu potansiyelini
değerlendirecek kabiliyete sahip olmalıdırlar. Bu iki medeniyet grubunda
düşülen hatalara karşı İslâm Medeniyeti insanda mevcut bu iki taraftan birini
diğerinin zıddı olarak görmemiştir. Daha başka bir ifadeyle insanda var olan bu
iki taraftan birinin yükselmesi için bir diğerinin aşağıda kalmasının lüzumuna
inanmamıştır.”[11]

İnsanın, barbar (yabancı) olanı kategorik olarak kötü
görmesinin önüne de ancak böyle bir düşünce yapısı ile geçilebilir. Dinî
bağlamda insanlığın ortak düşmanı Şeytan’a karşı, profan bağlamda ise
canlılığın, insanlığın bir tür olarak devamlılığını tehlikeye düşürecek etkenlere
karşı yani kültürel farklılıklardan daha geniş bağlamlı bir mücadele alanında
ortak mücadele etme gerekliliği gibi bir paydada buluşabileceğinin farkında
olan bir insanlık, Doğu’nun ve Batı’nın nevi şahsına münhasır potansiyeli ve
birikiminden de ortak bir şekilde faydalanabilir. Bu noktadan itibaren
uygarlıktan bahsetmek gerekir.

[1] Laozi, Tao Te Ching, (Çev.: Sonya Özbey), 1. Baskı, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, İstanbul 2016, s. 2

[2] Heinz Kimmerle, Afrika'da Felsefe- Afrika Felsefesi
Kültürlerarası bir Felsefe Kavramına Doğru
, s. 210

[3] İbn-i Haldun, Mukaddime, (1560), (Çev.: Halil Kendir),
2. Baskı, Yeni Şafak Gazetesi, İstanbul 2004, s.I/69

[4] Ali Murat Daryal, Psiko- Sosyal Açıdan Medeniyetler ve
Mesajları
, 3. Baskı, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul
2015, s.43

[5] Ali Murat Daryal, Psiko- Sosyal Açıdan Medeniyetler ve
Mesajları
, s.139

[6] Matta: 13/55

[7] Laozi, Tao Te Ching, s. 3

[9] Bakara 2/142

[10] Walter Burkert, Yunan Kültüründe Yakındoğu Etkileri, (Çev.:
Mehmet Fatih Yavuz), İthaki Yayınları, İstanbul 2012, s.9

[11] Ali Murat Daryal, Psiko- Sosyal Açıdan Medeniyetler ve
Mesajları
, s. 15


 

Ne Düşünüyorsunuz Bu Konuda:

Daha yeni Daha eski