toplumu içinde ama ağırlıklı olarak yaşamın devamlılığının sağlanması için
ihtiyaç duyulan güvenlik ve beslenme gibi temel ihtiyaçların giderilmesiyle
geçecek şekilde devam ettirebileceği gibi daha yüksek bir tatmin duygusu
sağlayacak şekilde, örneğin hayatın anlamı üzerine düşünmeye ve bu anlam
doğrultusunda yaşamaya yönelik olarak, iş bölümü yapabileceği bir ortamda, daha
büyük çaplı bir toplum içinde de devam ettirebilir. Bu sayede de toplumun tüm
üyeleri, temel seviye ihtiyaçlar yerine daha yüksek düzeyli ihtiyaçlarla ilgilenebilecek
zamana ve enerjiye sahip olabilirler.İnsanı hayvandan ayıran aklı ve konuşma yeteneği
olduğu kadar ve belki bunlardan daha fazlası ve bunların toplamı olarak, bir
arada organize bir şekilde ve iş bölümü yaparak yani bir çevreye, zamana ve
ihtiyaçlara bağlı olarak değiştirip geliştirebildiği bir kültür ortamında
yaşayabilmesidir. Bu sayededir ki insan doğal şartlara fazla bağımlı olmak
yerine şartları kendi yaşamına uygun hale getirecek çözümler geliştirebilir.
Ancak bu gelişimin bir maliyeti vardır. Doğal şartlara bağımlılığın yerini,
kültürel şartlara bağımlılık alır.
Özgürlük ve güvenlik arasındaki kadim dilemmanın
kaynağı budur. Bir tarafta yalnız veya küçük bir toplum içinde, doğal şartlara
daha fazla bağımlı yaşayan insanların diğer insanların kararlarına ve
eylemlerine daha az tabi olmaları nedeniyle hissettikleri görece bir özgürlük
varken, öte tarafta şehir gibi çok sayıda insanın ve doğal olarak çok sayıda
uzmanın bir arada yaşadığı ortamlarda, diğer insanların kararlarına ve
eylemlerine daha fazla bağımlı olunmasına rağmen temel ve toplumun eriştiği
kültür seviyesine göre yüksek seviyeli ihtiyaçların sürekli giderilmesinin
sağladığı görece güvenlik vardır. Özgürlüğün de güvenliğin de göreceliliği, her
kültürün değişik oranlarda bir birleşimle bu dilemmayı çözmeye çalışmasından
kaynaklanır. Tamamen özgürlüğü seçmek teoride mümkün görünse de pratik olarak
pek mümkün görünmemektedir. Diğer taraftan pür güvenlik de pek ihtimal
dahilinde değildir.
Güvenlik vadeden özgürlük vadetmez aksine özgürlüğün
kısıtlanması şartını koyar. Hapisteki bir insan doğal
ve insanî birçok tehlikeden korunur ama karşılığında özgürlüğünden mahrum
kalır. Buna karşın kültür ortamında özgürlüğünün kısıtlanmasına karşı bir tepki
geliştiren insanın da kültür ortamının konforundan taviz vermesi gerekir.
İçinde yaşanılan toplumun kültür seviyesinin yüksekliğine göre çeşitlenebilen
ve karmaşıklaşabilen ihtiyaçları başka insanlar tarafından giderilen insan
bunun karşılığında kendi zaman ve emeğiyle başka insanların ihtiyaçlarını
giderecek ürünler üretmek zorunda kalır.
Bu çerçevede, kültürlerin ve daha özelde geleneklerin
savunusunun yapıldığı durumlarda, içinde yaşanan toplumda özgürlüğün ne kadar
önemsendiğine veya nasıl güvenli bir toplum olunduğuna dair geliştirilen argümanlar
aslında karşıt kavram bağlamında bir eksikliğe de işaret etmektedir. Özgürlüğü
idealize eden bir toplumun güçlü bir birlikte yaşama kültürü yani medeniyet
geliştirmesi pek mümkün olmaz. Diğer taraftan medeniliği idealize eden bir
toplumda özgürlüğün oldukça törpüleneceğini öngörmek mümkündür. Bu konuda
Rousseau’nun fikirlerini de aktarmak uygun olabilir: “Hükümet ve kanunlar, bir
araya toplanmış insanların cemiyet ve huzur içinde yaşamalarını temin eder.
Onlar kadar müstebit olmamakla beraber belki onlardan daha kudretli olan ilim,
edebiyat ve sanatlar insanları bağlıyan zincirleri çiçeklerle örter; hür
yaşamak için doğmuş görünen insanların damarlarında taşıdıkları hürriyet
duygusunu söndürür; onlara kölelik hayatını sevdirir, onları medeni milletler
dediğimiz kütleler haline sokar.”*
Kaynaklarından biri dinî gelenek olsa da kültür en
nihayetinde bir insan inşasıdır. Dolayısıyla insanın yüksek seviyede tatminler
sağlaması da bir kurgudan ibaret olabilir. Güncel bir örnek olarak bazı
ürünlerin piyasaya sürülmesinden önce ürün hakkında bir ihtiyaç hissinin
topluma aşılanmasından bahsedilebilir. Kurgu kültür ürünleriyle kurgu
ihtiyaçların giderilmesi, özgürlüğün düşük bir bedele değiştirildiği sonucuna
ulaştırır insanı. Böylesi durumlar medeniliğin gerçektende kölelikle eşdeğer
olmasına neden olur. Ayrıca bir arada yaşayan insan sayısı ne kadar fazlaysa o
kadar çok kuralla sınırlanır insan. Diğer taraftan özgürlüğün aşırı idealize
edilmesinin de insanı bedeninin yani biyolojik varlığının ihtiyaçlarının kölesi
haline getireceği ortadadır. Bu durumda, medeniyetin kısmen özgürlük kısmen
güvenlik sağlayan bir ortamda, yani bir kültür ve bir dil için enuygun miktarda
insanın bir arada yaşadığı şehirlerde mümkün olacağı sonucuna ulaşılır.
* J. J. Rousseau, İlimler ve Sanatlar Hakkında Nutuk, Çev.: Sabahattin Eyüboğlu, (İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1989), s.13
Yorum Gönder