Öndeyi de Ne Deyi

Bismillahirrahmanirrahim


Gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin; eğer inanmışsanız şüphesiz en üstün olan sizsiniz.

“Bu çalışmanın, bağlamının oluşturulabilmesinin ve yer yer kırılmasının, konu edindiği kavramların temel kavramlar olmasıyla ilişkisi olduğu kadar, bir sözlü kültür zihninden yazılı kültür ürününe çevirisinin yapılıyor olmasıyla da ve yazının doğrusal geometrisine, zihnin, insanın, uygarlığın ve evrenin büklümlü yapısının sığdırılmaya çalışılıyor olmasıyla da ilişkisi vardır. Bu nedenle bazı ifadelerin hem Giriş bölümünde hem de Uygarlık bölümünde yer alması gerekmiş; bazı ifadelerin tekrarından kaçınılmaya çalışılırken bazı anlamların kaybolduğu, bazı ifadelerin tekrarlarının ise yetmediği farkedilmiş, bazı bölümlerin hem girişe hem ilk sıraya hem sona yakışmasına rağmen değişen tercih önceliklerine göre bir sıralama yapılması gerekmiştir. Ancak yine de, “görülmesi istenen değişimin kendisi ol”unmadan, inandırıcı olmayı beklemek ve inançtan bahsetmek tutarsızlık olacağından, böyle bir çabaya girişmekten de sakınılmamıştır.

Bu çalışma kapsamında uygarlığın inançla olumlu bir ilişkisi olduğu gösterilmeye çalışılmıştır. İnanç temelli bir uygarlığın insanlığı ulaştırabileceği yüksek kültür seviyesine ise Kur’ân-ı Kerîm’de zaten bir işaret vardır: “…İnanıyorsanız üstünsünüz”. Teolojik inancından epistemolojik inancını da çıkarabilen bir İslâm Toplumu için oldukça net bir uygarlık tanımıdır bu. Şu halde, bu çalışma, hem teolojik inançtan epistemolojik inancı çıkarma hem de insanın sahip olduğu gerçek potansiyele doğru bir adım daha yaklaşma çabası olarak değerlendirilebilir.”

Orijinal önsöz yaklaşık böyle. Ancak buna bazı ekler yapmak mümkün/ gerekli. Öncelikle Modern Avrupa Kültürünün bir yazılı kültür olmasından mülhem yazılı kültürün üstün görülmesini bir galatı meşhur olarak değerlendirdiğimi söylemeliyim. Çalışmam kapsamında daha sonra da değineceğim üzere bu tür kavramsallaştırmalar çoğunlukla kategorik olarak iyi veya kötü değerine sahip olamazlar. Konjonktüreldir bu değerlendirmeler; yani yere ve zamana göre değişebilirler. Dolayısıyla yazılı kültürün sözlü kültürden her durumda iyi olduğunu düşünmek bir yanılgı olur. Doğrusu ise her iki kültürün zamana ve mekana göre değerler kazanan özellikleri olduğudur. Bunlar kimi zaman avantaj olurlar kimi zaman dezavantaj. Mesela bence sözlü kültürün en önemli avantajı muhataba göre kişiselleştirilebilir olmasıdır. Yani verilmek istenen mesaj neyse anında bir geri dönüş alınabilir ve ihtiyaç miktarınca ekleme ve çıkarma yapılabilir mesajda. Diğer taraftan sözlü kültür yazılı kültüre nisbetle zamanın ve mekanın sınırlayıcılığına daha mağluptur. Bu nedenle “söz uçar yazı kalır“ demişiz. Yine bu nedenle Kuran-ı Kerim’de “Ey iman edenler! Belirlenmiş bir zamana kadar bir borç ilişkisi kurduğunuzda bunu yazın. …” ile başlayan ayette ayrıntılı bir şekilde yazma emrediliyor. (Bu aynı zamanda Kuran-ı Kerim’in bir sözlü kültür toplumuna inmiş olmasına rağmen yazılı kültürlere de hitap ettiğini gösterir.)

Konjonktüre göre yapılan değerlendirmelerden bahsetmişken dijital imkanlarla birlikte (dijital kültür olarak da anılır) sözlü kültürün yazılı kültür karşısında dezavantajlarından kurtulup daha avantajlı hale gelmeye başladığı da iletişimciler arasında kabul gören bir gerçek halini aldı. Bunu göstergelerini mesajlaşma uygulamalarında da görebilirsiniz. Yazılı mesaj odaklı çalışan Bip, Telegram, Whatsapp gibi uygulamalar, daha pratik bir kullanım isteyenler, cep telefonunda metin yazmakta zorlananlar veya okuma yazma bilmeyenler tarafından sıklıkla sesli mesaj göndermek için de kullanılıyor. Bu durumda sözlü kültürün, zaman, mekan, korunma, işlenebilirlik gibi kıstları oldukça aşılmış oluyor. Böylece mesela tıpkı Web’in imkanlarının yazının sınırlarını zorlamasında olduğu gibi sesli, görüntülü akademik yayınların geleneksel yazı odaklı yayınların yerini alması veya muhasebe kayıtlarının sözlü veya görüntülü olarak da tutulabilmesi gibi gelişmeler sözkonusu olabilir. Ayrıca sözlü kültür atalardan, doğrudan, bağlamsal olarak, duygusal kodlamalarla aktarılabilirken yazılı kültür formal eğitim kurumlarında, sistematik bir şekilde, sürekli tekrarlarla aktarıldığından bahsetmek gerekir. Yine de bu potansiyelin hep sözlü kültür hanesine yazılmasındansa ayrı bir kültür yapısı olarak -dijital kültür-sınıflandırılması uygundur tabii. Çünkü örneğin dijital paralar ne sözün senet oluşuyla, takas ekonomisiyle bir tutulabilir ne de klasik banknot sistemiyle zıtlık olarak okunabilir. Yine yine de :) sözlü kültür toplumlarının, zihinlerinin yükselişini öngörmek mümkündür.

Önsözde “…bir sözlü kültür zihninden yazılı kültür ürününe çevirisinin yapılıyor olmasıyla…“ ifadelerinin yer almasının anlamı nedir peki? Antropolojik ve Göstergebilimsel bir inceleme yapmış olmamama rağmen Türk ve Müslüman kültürünün halihazırdaki yapısını ağırlıklı olarak sözlü kültüre dayandırdığını düşünüyorum. Üstelik her iki kültürün de çok güçlü ve kadim yazılı kültür ürünleri ve kanonik metinleri olmasına rağmen… Bunu ise bu toplumların formal eğitim kurumlarının Batı kültürüyle kültürlenmiş öz evlatları veya “guardian”lar eliyle kontrol altında tutulmasından dolayı yazılı kültür ürünlerinde Batı kültürünün temsillerinin, göstergelerinin ağırlık kazanmış olmasına bağlıyorum. Yani Türk ve Müslüman toplumlarda yazılı kültür ortamları işgal altındadır. Bu yüzden mesela Nijerya’da yazılı kültür ürünlerini temsil eden “Book”u (İngilizce Kitap demek ama okul kastedilir aslında) haram olarak gören Boko Haram örgütü kurulabilmekte ve kendisine bir toplumsal temel bulabilmektedir. Türkiye yazılı kültüründen oluk oluk Batılılaşma akarken sözlü kültüründe daha ananevi, töreli, örfi ve dini öğeler hala varlığını sürdürebilmektedir. Başka bir açıdan Türkiye’deki sözlü kültür daha milli ve dini unsurlar barındırırken, gelenekselken yazılı kültür daha Modern (Kuzey Avrupalı) ve Postmodern (Kuzey Amerikalı) bir içeriğe sahiptir ve görenekseldir. Bu açıklamalar ışığında bu tez çalışmasında benim için sözlü kültür demek olan Müslüman Türk zihni, göstergeleri, konuları, kelimleri ile yazılı kültür demek olan Batılı, Batıcı zihin, göstergeleri, konuları ve kelimeleri arasında bir bilgi, kültürel öğe aktarımı yapmaya çalışıyorum diyebiliriz. Bunu da hem yazdığım metnin akademik olması hasebiyle yazılı bir kültür ortamını hedef almasından hem yazının başlı başına bir yazılı kültür ortamı olmasından :D hem de umulan muhatabının yazılı kültür ortamlarına aşina olan başka çevreler olmasından dolayı yapıyordum. Şimdi bakıyorum da yazılı kültür denilen o “tek dişi kalmış canavarı” en azından bir noktaya kadar, bilgimi, birikimimi, kültür seviyemi tanıyacak, tescil edecek kadar beslemiş olduğumdan daha sözlü kültüre meyyal bir eser vermeye cesaret edebiliyorum. Yani şu an da o “tercümeyi“ dijital ortama ulaşabilen sözlü kültür zihinleri için bir kere daha yapıyorum denilebilir ;) Farkındayım hala yoğun olarak yazı var ama çeviri de böyle birşey değil mi zaten? Her iki taraftan da izler taşıyan…?

Bu Önsöz’deki bir diğer açıklığa kavuşturulması gereken mesele de sanırım şu “… yazının doğrusal geometrisine, zihnin, insanın, uygarlığın ve evrenin büklümlü yapısının sığdırılmaya çalışılıyor olması…“ meselesidir. Bunu daha bir açık hale getirmek için şöyle bir kaç görsel kullanacağım:

Bu tür şekilleri çocuklara karton katlatarak maketler yaptıran oyunlardan, setlerden tanırsınız. Ben genel tanınırlığı artırmak için anlaşılabileceği üzere zara dönüşebilecek bir şekil kullandım. Bilindiği gibi zar her yüzünde bir rakamın yer aldığı bir küp. 3 boyutlu halini de hala 2 boyutlu olan şu yazımızın ortamına taşımaya çalışayım:
Görüldüğü gibi yaşadığımız dünyada çok boyutlu ve çok yönlü bir form, kavram olan zar 2 boyutlu şu, ekran dediğimiz ortama olduğu gibi aktarılamıyor. Üstelik bu sadece şekliyle de sınırlı değil. Zar şans oyunlarını çağrıştırır; şans oyunları Türk İslam kültüründe hoş karşılanmaz; bu yazıyı okuyacak Müslüman  ve Türk zihinler için irkiltici çağrışımları nedeniyle örnek olarak kullanılması ne derece uygun olur o halde? Çağrışımları, ilişkili, komşu oldukları başka kavramlar vs. birlikte “zar” kelimesine 3 boyutlu bir şekli ne de onun anlamını tam kontrol altında ekrana olduğu gibi taşıyamadı. İşte bu “…yazının doğrusal geometrisine zihnin, insanın, uygarlığın ve evrenin büklümlü yapısının sığdırılmaya çalışılıyor olması…“dır. (Diğer taraftan kötü örnek verme hakkında iyi bir örnek oldu değil mi ;))

Aslında bahsi geçen ifade için bu açıklama yeterli. Ancak artık yeni bir tercüme olan yazılı kültürden dijital kültüre tercüme hakkında ise bu yazılarda gördüğünüz gibi oldukça rahat kullandığım ve uzun uzadıya kelime sarfiyatı ile açıklamaktan kurtaran şekillerin, seslerin, videoların yer almasından bahsedebiliriz. Dijital ortamda yazı dışında başka göstergeler kullanabiliyor olmamızın ötesinde yazının 2 boyutunu delip başka bir yazıya ya da bu yazının başka bir noktasına link verebiliyor olmak yazıya bir derinlik katar ve yeni bir boyut ekler. Böylece okur artık yazıyı doğrusal bir şekilde, kelime kelime peşine, cümle cümle takip etmek zorunda kalmaz. Yazar ise mesela bir ayetten bahsederken o ayetin tam metnine, tefsirine bir link vererek o ayeti sadece bi kaç kelimeyle değil sayfalarca metinle çağırmış, misafir etmiş olur kendi metnine. Yani teorik olarak aşağıdaki şekildeki gibi bir metin oluşturmak mümkündür artık:

Bu şekildeki her bir noktayı bir kelime olarak düşünün. Böyle bir hacim aslında neredeyse bir dilin tüm kelime varlığına karşılık gelebilir ve dolayısıyla Wordnet gibi bir çalışmayı ve İngilizce dilini temsil edebilir. Ancak bu noktaların her birinin Türkçe bir kelimeye karşılık geldiğini düşünelim. İşte dijital ortam birinden diğerine her an ulaşılabilecek böyle bir ağ yapısında metinler kurmaya imkan sağlayabilir. Böylece bu yazıda olduğu gibi ana metni ardışık bir şekilde kelime kelime okumaya devam edebilirsiniz ve ayrıca dilediğiniz bir yerde linkle bu yazının başka bir noktasına veya bu yazının dışında başka bir yazıya veya siteye bağlanmış bir kelimeye tıklayarak tıpkı metnin 2 boyutunu delen bir tünele dalmış gibi başka bir yerden çıkabilirsiniz. Bu ne sağlar? İşte en başta anmış olduğum o çok boyutlu dünyayı, varlığı, zihni, insanı en azından bir boyut daha fazla bir derinlikle yazıya dökebilmeyi sağlar. Diğer taraftan bunu halihazırda aslında Google yapıyor. Bu nedenle mesela bir vatandaş Arif’in Manchester’a attığı golü ararken nerelerden çıkabiliyor :) (Çizgifilmlerde derinlemesine bir tünel kazarak Dünya’nın öteki tarafından çıkabilen kahramanlar gibi (Görüntü gözümün önünde ama bulamadım o çizgi filmi)) Ancak bu Google’ın yaptığından daha farklı bir yapıda, daha dar bir çerçevede yapılamaz mı? İşte şu an “Uygarlığın Kaynağı Olarak Bilgi ve İnanç“ isimli yüksek lisans tezinin başına gelen de budur. Bu durumda o cümleyi yeniden ve şöyle yazabilirim sanırım: “Bu çalışmanın, bağlamının oluşturulabilmesinin ve yer yer kırılmasının, konu edindiği kavramların temel kavramlar olmasıyla ilişkisi olduğu kadar, bir yazılı kültür ürününden dijital kültür ürününe çevirisinin yapılıyor olmasıyla da ve dijital ortamın fraktal geometrisine, zihnin, insanın, uygarlığın ve evrenin çok boyutlu yapısının sığdırılmaya çalışılıyor olmasıyla da ilişkisi vardır.“ Ancak hala sığmayacak şey çok. O yüzden cümle sadece uyarlanmış oldu, olumlu bir çerçeveye kavuşamadı.

Hasılı kelam bu örnekler, bu açıklamalar üzerinden göstermeye çalıştığım şudur: Ne yaparsak yapalım önce yazı sonra dil sonra insan hatta varlık gerçek karşısında kısıtlıdır. Onun birazıyla dolablir ve onu kısmen temsil edebilir. Dolayısıyla benim çabam da bu eksiklikle sakıttır. En nihai noktada yazının imkanı dilimin yettiğinden daha azını aktarmama neden olur. Dilim ise zihnimdekilerden daha azını... Zihnim varlığın cesameti karşısında sığ kalacaktır. Varlık ise nihai gerçekliğin ancak kısmi bir temsili olabilir. Öyleyse eksiklerimiz affoluna…

Ne Düşünüyorsunuz Bu Konuda:

Daha yeni Daha eski