Özgünlük ve Din Felsefesi

TDK sözlükte “yalnız kendine özgü bir nitelik taşıyan, orijinal, ibdai” olarak tanımlanan özgün kelimesi nitelediği nesnenin veya kavramın tamamen benzersiz olduğuna işaret eder gibi algılanmaktadır. Bu durumda insan için mümkün bir kavram değildir. Çünkü insan tarafından tamamen kendine özgü niteliklerle meydana getirilmiş bir varlık insanın benzer hiçbir varlıktan etkilenmediği gibi bir fikre ulaştırır bizi. Oysa insan sosyal bir canlı olarak çevresiyle bir çok bilgi alma ve aktarma yöntemiyle sürekli etkileşim halindedir. Bu nedenle herhangi bir üretim faaliyetinde bulunurken tamamen özgün olabilmesi mümkün değildir.
Yukarıda bahsedilen aşırı durumun haricinde insan üretimi her şey için özgünlük şu iki bağlamda da ele alınabilir.
1- Etkilenilen kaynağın gizlenmemesi, yapılan birebir alıntının ve yapılan katkının net bir şekilde anlaşılması, yapılan katkının özgün olarak nitelendirilmesine engel olmayacağı gibi, insanlığın tarihsel gelişimini anlamak için de önemlidir.
2- Döneminin genel kültürüne sahip ve bu kültürün tarihsel arka planından haberdar insanların değerler ve öngörüler üreterek bir sonuca ulaşmaları, bunu yaparken de ana hatlarıyla kaynaklarını ortaya sermeleri özgün katkının daha yüksek olması anlamına gelir. Bu durumda 1. durumdaki birebir alıntılama yerine etkilenme ifadesi daha uygun düşer.
Din Felsefesi’nin özgünlük bağlamında ele alınması, insanların duygusal bağlılıkları nedeniyle dini literatürde alıntı veya etkilenme ihtimaline daha baştan soğuk bakmalarına yol açmış, değerlendirmeler de bu nedenle gerektiği kadar sağlıklı olmamıştır. Ayrıca toplumların kültürel ve tarihsel geçmişleri de benzer bir duygusallıkla ele alındığından, din felsefesinde özgün katkıların dolaylı yollardan tespitini de zorlaştırmaktadır.
Bütün bunlara rağmen her kültürde ve toplumda alıntı ve etkilenmeler konusunda oldukça dürüst açıklamalar yapan kimi insanların varlığı Din Felsefesi alanında da bazı fikirlerin yaklaşık olarak oluşturulmasına imkan vermektedir. Günümüzde İslam Alemi’nde Batılı kaynaklara referans vermeyen hemen hiçbir çalışmadan bahsedilemeyecek olması ve Tolstoy ve Goethe gibi entelektüellerin üzerlerindeki etkileri açıkça ifade etmeleri bu durumun örneklerindendir. Ayrıca günümüzde özellikle Batı Dünyasında din ve Felsefe alanlarıyla çoğunlukla dolayı ilgili konularda da olsa etkilenmeler hakkında daha net ifadelerle karşılaşılabilmektedir. Bu çerçeve de maalesef Kültürümüzün ve İslam’ın Batıyı etkilediği alanları da yine Batıdan öğreniyoruz diyebiliriz.
Batı Felsefesi’nde Modernizmle birlikte yaygınlaşan aydınlanmış birey beklentisi gereğince insanların akıllarını kullanarak kilise gibi otoritelerin pozisyonlarını sorgulayarak ve kendi kararlarını alırken din veya gelenek yerine akla müracaat ederek evrensel bir iyilik haline kavuşabilecekleri hayali, güya aklı kullanmayan insanların toplumsal kurumlardan giderek daha fazla dışlanmalarına neden olmuştur. İnsanın aklını Modern Felsefe’nin buyurduğu gibi kullanmak zorunda kalışı akılla üretilen eserlerde özgünlüğün aranmasını giderek artırmıştır. İnsanlar doğru veya yanlış olmasından çok özgün olup olmaması ile değerlendirir hale gelmişlerdir üretilen her şeyi. Çünkü aklını kullanan ve birey olan insan kendi hayatının seçimlerini başkalarının önerilerine, tekliflerine ve buyruklarına ihtiyaç duymayacak kadar kendine yeter bir şekilde, atomize olmuş bir halde yaşayabileceğine inanır hale gelir. Bu ise ihtiyacı olan her şey için çözümü aklında bulabileceğine dolayısıyla özgün üretimine inanma fikrine yol açar. Özgün olmayan, geleneksel olan, tekrar olan ve herhangi bir kaynağa referansla yola çıkan her şey kötülenir. Ancak bu ütopik düşünce distopyaya dönüşmüş ve aydınlanmış birey fikrinin en başından beri imkansız olduğu ortaya çıkmıştır. Bunu yeterince özgün olamayan insanların başka kültürlerden ve akıllardan alıntı yapmasında görebiliriz. Modernlik gereği bu alıntılar elbette gizli olmak zorundadır yoksa kabul görmeyecektir. Böylece Dünya’nın birikimini haksız bir şekilde içe aktaran Batı Medeniyeti kendini bir anda gökten zembille inmişçesine bu Dünya’nın diğer halklarından bağımsız ve üstün görmeye başlamıştır. En başta kendi tarihsel gelişimi olmak üzere Dünya’nın gelişim çizgisini değiştirmiş ve ütopya olarak görünen distopyalar peşinde savurmuştur ordan oraya.
Bu süreç Dinler tarihi açısından da çeşitli kopuşlara neden olmuştur elbette. Daha önemli etkisini ise dini literatürün kaynaklarının tahrif edilmesi, aşırı akılcı bir şekilde yorumlanması ve din kavramının dejenerasyonu yoluyla göstermektedir. Felsefi geleneğine fazla aykırı olmayan, siyasi olarak fazla sorun çıkarmayacağına inanılan ve hafifletilmiş, budanmış formlarda yaşanmasına onay verilen Budizm gibi dinler küresel çapta önerilir hale gelmiştir.
Din Felsefesi’nin özgünlüğü ise benzer bir yaklaşımla daha çok dinler arası diyalog görüşünün geliştirilmesi olarak ortaya çıkmaktadır. Özünü yitirmek pahasına özgünlük amaçlamak tek tipleşmeye yol açacaktır. Daha önce modern insan hayalinde olduğu gibi görülmüştür ki insanlar bir otoriteden kurtulmuş ama bir başkasına teslim olmuşlardır. Çoğu zaman bilim, bazen siyaset, günümüzde daha çok medya doğruların ne olduğu hakkında insanlara sufle vermektedirler. Özgünlük beklendiği gibi insanların kendi akıllarından yola çıkmalarıyla değil, bir otoritenin özgün olduğunu iddia etmesiyle kazanılan bir nitelik halini almıştır. Din konusunda da dinin asıl otoritesi olması gereken temel dini kaynakların yerini akılla dinleri ortak noktada buluşturmaya çalışan bu otoriteler almaya çalışmaktadır.
İslam dini temel nasların yaşanılan çağa göre yeniden yorumlanması fikrine uzak değildir. Bu nedenle her çağda İslam hakkında söylenebilecek ve temel kaynaklardan etkilenme yoluyla oluşan özgün fikirler dile getirmek mümkündür. Ancak İslam’ı bu yorumlardan ibaret görmek ve yetersiz bulmak yanlıştır. Eğer bu hataya düşülürse o zaman etkilenmeden çok eski kaynaklardan birebir alıntı kafi görülmelidir. Oysa Kur’an-ı Kerim çağlar geçtikçe gençleşen bir metindir. Yani bir çağda yapılan bir yorumunun önüne geçer Kur’an- ı Kerim. Örneğin geçmişte İslam kelimesinin anlamı daha çok kişisel kurtuluş, felah bulma olarak değerlendirilirken, günümüzde sanki İslam= Terör yanılgısına cevap verir gibi selamet, toplumsal barış anlamı ön plana çıkmaktadır. Görüldüğü gibi İslam aynı İslam ancak değişen çağ İslam’a yeni kelimelerle bakmaya ihtiyaç duymaktadır. Bu bağlamda özgün bir bakış mümkün ama illa özgünlük olsun yanılgısıyla zorlama yorumlar gereksizdir.
Sonuç olarak, yeryüzündeki en özgün hikayenin Hz. Adem’in hikayesi olduğunu, onunda Yaratıcı’sından ilhamla varlığını devam ettirebildiğini gözden kaçırmadan ve özgünlüğü amaç haline getiren Modern Dünya’nin bu tuzağına düşmeden, çağdan çağa değişen ihtiyaçlar bağlamında kaynağa yeniden bakarak, araç olarak özgün olmaya çalışmanın verimliliği ile yetinerek özgün olmanın imkanı vardır. Bu bağlamın dışında bir çaba insanlığı kültürel anlamda tektipleştirir, dini anlamda ise kendini ait hissetmediği bir değerler sistemiyle yaşamak zorunda bırakır.

Ne Düşünüyorsunuz Bu Konuda:

Daha yeni Daha eski