Din Halkın Afyonudur vs Dünya İnsanın Afyonudur

"hegel'in hukuk felsefesinin eleştirisi" isimli kitabında karl marx, din hakkındaki görüşünü şöyle özetler: "din halkın afyonudur."
daha önceki tanımlarda oldukça doyurucu bilgiler ve yorumlar yer alıyor bu söz üzerine. genel olarak, cemil meriç ve ali şeriati eksenli yorumlar öne çıkmış ve "islam için geçerli değildir", "batı dünyası için geçerlidir", "din afyonlaştırılabilir ama afyon değildir" gibi yorumlar ağırlıklı olsa da naçizane fikrimce marx ın dine bakışına daha temel bi eleştiri getirmek icab eder.

öncelikle marx için ekonominin "toplumsal" ın altyapısı, diğer (din dahil) tüm kurumların bu altyapı üzerine bina edilen üstyapılar olduğu düşüncesini yazmak lazım temel öncüller arasına. bu yaklaşımı, insanin maddi varlıkları temele alarak düşündüğü, davrandığı ve toplumsallaştığı; din, eğitim, devlet, aile gibi kurumları maddi varlığa sahiplik ilişkileri etrafında şekillendirdiği, bunun materyalizm demek olduğu şeklinde açıklayabiliriz. bu temel üzerinde din kavramının, uhrevi vaatlerinin gerçek olma ihtimalinden bağımsız olarak, sadece maddi varlıklara sahiplik ilişkilerini düzenlemenin bir başka yolu olması bakımından ele alınabileceğini tespit etmemiz gerekir. marx ın mülkiyet hakkındaki görüşlerini az çok hepimiz biliyoruz artık. burdan hareketle marx için insanın kendine, emeğine yabancılaşmasına neden olan herşey afyondur diyebiliriz.

dünya tarihinde dini metinlerden sonra en çok yorumlanan metinler muhtemelen marx ın metinleridir. dolayısıyla çok çeşitli marx yorumları vardır. bunlardan öne çıkan birisi ise frankfurt okuludur. frankfurt okulu'nun yukarıda yaklaşık olarak çizilen çerçevedeki ortodoks marxizm e temel bir eleştiri vardır. ekonomi temele alındığında şeylerin ruhu ölmektedir. bu nedenle aslında temelde maddi varlıktan çok, maddi varlıklara anlam yükleme sistemleri olarak kültür gibi kavramlar yer almaktadır, denir. sırf mülkiyet değildir insanın temel motivi. her insanın kendi kültüründen yola çıkarak maddi varlıklara yüklediği anlamlar, neyin mülkiyetinin değerli olduğunu belirler. ortodoks marxizmin bu eleştirisi bir boşluğu doldurur gibi görünse de bence hala yeterli değildir. çünkü:

"gerçek ve anlamlı bir dünya bilinci, kutsallığın keşfiyle yakından ilintilidir. insan zihni gerçek, güçlü, zengin, ve anlamlı olarak ortaya çıkanla bu niteliklerden yoksun olan, -yani şeylerin kaotik ve tehlikeli akışı, onların rastlantısal ve anlamsız beliriş ve yok oluşları- arasındaki farkı kutsalın deneyimi sayesinde yakalayabilmiştir.

sonuç olarak 'kutsal', insan bilincinin tarihinde bir aşama değil, bilincin yapısı içinde bir unsurdur. kültürün en arkakik düzeylerinde insan olarak yaşamak kendi içinde bir dinsel eylemdir; çünkü beslenmenin, cinsel hayatın ve çalışmanın ayinsel bir değeri vardır. başka bir deyişle insan olmak- ya da insan haline gelmek- 'dinle ilişkili' olmak demektir."

der mircea eliade- dinsel inançlar ve düşünceler tarihi nde.

yani "kutsal" kaçınılmaz bir şekilde insanın düşüncelerinde, davranışlarında ve toplumsallaşmasında zuhur etmektedir. her ne kadar kutsal, sadece sistemli bir hale gelip din olarak ortaya çıkınca kaçınılmaz bir şekilde varlığı kabul görse de, dini kabul etmeyenlerin bile kısmi ve örtülü olarak -adına kutsal demeden- bir takım şeyleri kutsallaştırdıkları bir gerçektir. olağan sohbetlerde uğur, sihir, aşk, insan hayatı, sağlık, eğitim vb şeyler hakkında ki açıklamalar, insanın nasıl kutsallık arayışı içinde olduğunu ve kutsallaştırmaya meyilli olduğunu göstermektedir. (hatta o kadar ki bazıları için yukarıda bahsettiğim çerçeve de -marx ın en çok yorumlanan kişi olması- marxizm in bile kutsallaştırıldığıdan bahsedebiliriz.)

üstelik insanlık tarihindeki birçok büyük hareketliliğin din eksenli olduğu herkesin malumudur. haçlı seferlerinden, istanbul un fethine, protestan ahlakına yaslandırılan kapitalist ekonomiden, yahudi ilahiyatının günümüz ekonomisindeki yansımlarına kadar bir çok örnek insanların nasıl kutsal temelli motivlerle davrandıklarının büyük çaplı örnekleridir. daha bireysel yansımlarını ise hepimiz kendi hayatlarımızda kolayca görebiliriz.

öyleyse, altyapıyı oluşturma bağlamında, bu dünyadan da ötede bir varlık arayışından yani en temel güdü olan varoluş kaygısından mülhem bir kutsal kavramı, insanın bu dünyadaki varlığıyla sınırlı olan mülkiyet hissinden daha çok ön plandadır denilebilir. bu durumda ekonomi de, kültür de ve diğer tüm toplumsal kurumlar da bu altyapı üzerine inşa edilen kurumlardır sonucuna ulaşabiliriz.

bir adım ilerisinde de mülkiyet hissinin, gizli kutsallar olan ideolojilerin, bu dünyanın, kutsal ile insanın bağını koparan herşeyin birer afyon olduğu fikrine ulaşabiliriz

Ne Düşünüyorsunuz Bu Konuda:

Daha yeni Daha eski