Dördüncü (Aslında Birinci) Boyutun Kütle Olması Hakkında

    Doğrusu Modern Fiziğin pratiği hakkında düşünmeye o kadar meyyal değilim. Dolayısıyla sanırım Einstein'den beri şiddetlenmiş boyut merakı ve tartışmalarını tribünden izlemekle yetinirdim. Ancak Metafiziğe dair ilgimi kabullenmeye ve gereğince düşünmeye başladıkça Fiziğin de ne olduğu ne olması gerektiği hakkında yer yer artan bir ilgi ve açıklama denemeleri birikimi oluşmaya başladı bende. Hatta bir yerde kategorilerin de mantığın "boyut"ları olduğunu farketmem; Zaman hakkında yer yer artan bir merakla akletmem geliştikçe bazı ilginç sınırları da keşfetmem gecikmedi. İşte şimdi o sınırlardan birini açıklamaya çalışacağım.

     Malumunuz olduğu üzere geleneksel olarak mekan algımız 3 boyutla tarif edilir: En, boy ve yükseklik. Bunu somutlaştırmak için de sık sık odanın üst bir köşesindeki üç çizginin kesişimi işaret edilir. Modern zamanlarda ise özellikle Einstein'in sadece uzay yerine 'uzay-zaman' algısını önermesi nedeniyle 3. boyuttan sonraki boyutlar için giriş kapısı Zaman olarak kabul edilir hale gelindi. Einstein'in uzay-zamanı ise bu doğrusal 3 çizginin yerine bu 3 çizgiyi ağırlığıyla (tabii ki aslında kütlesiyle) eğmiş -eğimli, büklümlü bir uzayı temsilen- çarşaf üzerindeki bir topla tarif edilir. Bu simgeselleştirmeler dahi aslında kendi başlarına çok şey anlatırlar; o yüzden anmak istedim. Çünkü "doğru"nun sadece bir algıdan ibaret olması, "eğri"nin "asıl" "doğru" olarak kabul edilir hale gelinmesi; sonra tekrar "solucan delik"leriyle yine "doğru"ya dönülmesi gibi (meğerse uzay solucan delikleriyle delinebilecek bir kağıt gibiymiş) kavramsal sınırları sonuna kadar zorlayan durumları böylece anlatmak daha kolay olacaktı. Bir de belki şunu sorgulamayı ve kendi önerimi temellendirmeyi kolaylaştıracağını umuyordum: Uzay yerine önerilen bu "uzay- zaman" algısındaki "Zaman" nerede peki? Uzayı yani eninelik, boyunalık ve yüksekliği büken madem ki "Kütle", o halde neden onun hakkını teslim etmiyoruz? Aslında konu ilerledikçe yapılan açıklamalarda bu hak teslim ediliyor gibi ama isimlendirme hala neden Uzay-Zaman şeklinde yapılıyor? Giderek, Kütlenin hakkını teslim edeceksek "Uzay- Kütle" gibi bir isimlendirme daha doğru mu olur; olursa da buna gerçekten gerek var mı; Uzay zaten vakumlu, kütlesiz bir potansiyelden ibaret değildir ki "Uzay"da Kütlesizlik mümkün, mündemiç olsun gibi sorular, fikirler belirir hale geliyor. Fazla hızlı ilerledik, hadi temellere dönelim tekrar.

    Şimdi, uzayın 3 boyut olarak algılanan halindeyiz yine. Böyle bir uzay algısında her yerde kesişen 3 çizgiyi görmeyiz ama cismin 'pozisyon'unu 3 değerle ifade edebileceğimizi biliriz. Ancak bu 3 çizginin kesişimi hep tekrar tekrer kararlaştırılması gereken bir orjine göre tarfi edilir. Yani referans noktası kesin değildir. Dolayısıyla da 3 değerle konumlandırma çabaları hep eksik kalır. Varlık içindeki varlığı neden konumlandırmamız gerekir peki? Çünkü o 'konum'un artık bir başka varlık tarafından kullanımı, işgali şartlı hale gelmiştir: Eğer yeterince 'yer' varsa... Giderek varlık içinde boşluk mu yoksa varlık mı bulacağımızı bilmek için bu pozisyona ihtiyacımız vardır denilebilir. Yani varlığı tanımlayabilmek için onun içinde seyrek pozisyonları bilmek zorundayız. 'Seyrek' nedir? Seyrek varlık içindeki varlığın yoğunluğunu niteler. Dolayısıyla varlık mekanda yer tutan kütlesiyle de 'konum'landırılır. Yani varlık artık sadece 3 boyutla tarif edilmektense, pozisyonun kütleyle ne kadar sık dolu olduğunu ifade ederek de konumlandırılır olduğunu anlamış oluruz. Bu durumda uzayın aranan 4. boyutu kütle olmuş olur.

    Bir başka açıdan yaklaşalım konuya: Einstein'in uzayı büklümlü hale getiren kavramı nedir? Kütle. Einstein kütle çekimin aslında sürekli olarak uzayda etkin olduğunu ve bu nedenle iki nokta arasındaki mesafenin hiçbir zaman bir 'doğru' olamayacağını; 3 boyuttaki, etraftaki kütlelerin, uzayın yoğunluğunun yani, diğer 3 değeri çekiştirmesi nedeniyle, o yoğunluğun verdiği izin doğrultusunda bir eğri olabileceğini söyler. Bu durumda uzay zaten her zaman kütlelerin neden olduğu kıvrımlarla doludur. Ancak biz bu kıvrımların, cisimleri ışığın yansımaları, kat ettiği yollar ile görebildiğimizden ve ışığı da 'doğru'sal hareket ediyor varsaydığımızdan, farkına varamıyoruz. Yani aslında ışık kütle çekim kuvvetinin etkisiyle 'doğru'ltusunu değiştirirken gerçek uzayın doğrultusunu, şeklini de yanlış algılamamıza neden olmuş oluyor. Hatta giderek varsayıldığı gibi algılanmayan 4 boyutluluk değil 3 boyutluluktur da demeliyiz; 3 boyutluluk sadece görüntüden ibarettir, kütle çekiminden soyutlanarak 3 boyutu zaten algılayamayız. Hatta yine varsaydığımız gibi düz bir kağıdı çizince 2 boyutlu evreni temsil etmiş de olmuyoruz; 4 boyutlu asıl evrende, yani dalga dalga, kıvrım kıvrım bir zemin (kağıt) üzerinde kavramsal olarak 2 boyutluluktan bahsetmiş oluyoruz. Burada görselleştirmek için Doktor Caligari'nin Muayenehanesi filminden bir fotoğraf kullanacağım:

Teşbihte hata aranmasın ama bence etrafımızdaki asıl 4 boyutlu evren (diyelim ki etraftaki siyahlıklar veya şu ünlü 'beyaz ışık'(?) ) içinde bize 3 boyutlu olarak görünür olan 'oyun alanımız' aslında konsept olarak bu fotoğraftaki gibidir. Biraz gerçeküstü gelmiş olabilir ama ışığın nasıl bir algı bozulmasına yol açtığını şöyle de örneklendirebiliriz: Şu anda ekranda gördüğünüz görüntü sadece yaygın kabullerle desteklenen deneylerle dahi ispatlanabileceği üzere 2 kez 'düzeltilmiş' bir görüntüdür: 1. Işık, göz bebeği dediğimiz delikten girerken görüntüyü alt üst eder. Yani gözümüze gelen tüm görüntüler aslında tepetaklaktır. (Kameralarda da aynı şey olur). 2. Beynimiz bu görüntüleri 'normal'leştirmek için tekrar tepetaklak eder ve 'düz'eltir. Yani normal kabul ettiğimiz 3 boyutlu görüntüler üzerinde dahi (biri fiziki biri biyolojik) iki 'düz'eltme meydana gelirken gerçek anlamda varlığı görebiliyor olsaydık kim bilir nasıl bir görüntüyle karşılaşırdık diye sormadan edemiyorum. Ancak görmeye ihtiyacımız var mı gerçekten?

Hem buradan devamla hem de farklı bir açı ekleyerek ve hazırda var olan görsel örneğimiz üzerinden devam ederek: Fotoğraftaki adam neden zemin üzerinde durmaktadır? Çünkü sözkonusu mekanın kütle çekim merkezi Dünya'nın büyük kütlesinden dolayı zeminde biryerdedir. Dolayısıyla her ne kadar mekan, 3 boyutunun sınırları içinde birçok pozisyonda 'bulundurma' potansiyeli taşısa da ve etraftaki diğer kütlelerin de bir çekimleri sözkonusu olsa da adam mekanın ortasında havada duramıyor da zemine yakın bir yerlerde durabiliyor. Dolayısıyla mekan sadece eninelik, boyunalık ve yükseklik ile sınırlanmış olmuyor; aynı zamanda mekanın kütle çekim merkezi de mekanda bulunma noktalarını sırılamış oluyor. Hatta daha ötesi her 3 boyutlu uzay koordinatlandırmada da ihtiyaç duyulan referans noktasını her mekanın kendisine özel olarak (veya istenirse evrensel olarak da), ayrıca özel bir noktayı, her gerektiğinde kararlaştırmaya gerek bırakmadan, sağlıyor. Bu durumda artık bir mekandaki birim kütleli bir cismin maruz kaldığı kütle çekim kuvvetlerinin odak noktasının (1. boyut da denilebilir mi buna?) belirtilmesiyle ve bu noktaya bir cismin eninelik(2.), boyunalık(3.) ve yükseklik(4.) bakımından uzaklığının belirtilmesiyle 4 boyutlu (şimdilik) gerçek uzayın koordinat sistemi meydana getirilmiş olunur. Noktayı özellikle vurguluyorum çünkü Matematiksel noktanın tanımsızlığına dair yaygın kabulün ve Fiziksel noktanın ne olduğuna dair süregelen arayışın neden olduğu belirsizliğin de yerini alacak bir tanım olacağını umuyorum bu Kütle Çekim Kuvveti Merkez Noktasının.

Tabii ki özellikle sayısal düşünenlerin tespit edeceği bir sorunu da çözerek çizdiğim çerçeve doğrultusunda biraz daha 'mutlak' bir koordinat sisteminin temelini sağlamlaştırmış olalım: Kütle çekim merkezinin yukarıda bahsettiğim eğip bükmeye katkısı nerede peki? Bunu ise ben değil ama belki ilgilileri şunu da dikkate alarak formülize ederler: Noktaya uzaklıkla ilintili şekilde değişen bir eğim katsayısıyla birlikte (ya da sadece noktanın neden olduğu eğimin katsayı olarak belirtilmesiyle yetinilebilir) koordinatlar göremediğimiz ama artık formülize edebileceğimiz gerçek mekandaki konumlandırma görev yerlerine kavuşmuş olurlar.

Peki bu gerçek konum ne işimize yarar? Yani böyle bir soru varsaymak saçma oldu tabii ama yine de basitleştirmek için devam edelim: 4 boyutlu uzayda çizilebilecek gerçek doğrular için; aslında hangi noktaların birbirlerine daha yakın olduklarını anlamak için; çok uzak mesafeleri katetmek amacıyla solucan delikleri oluşturmak zorunda kalmadan belki de zaten orada bulunan yolları bulmak için (...) kullanılabilir. 

Peki zamana ne olacak? Eğer mekanla işimiz 4 boyutta bitiyorsa bundan sonrasında belki zamanı konuşabiliriz. Ya da araya başka şeyler girer bu kez, kim bilir?

Ne Düşünüyorsunuz Bu Konuda:

Daha yeni Daha eski