Aşkale sonrası artık iyice "dar vakte" kaldığımdan Erzincana girmeden önce güneşin batışını "uzun uzun" izleme fırsatım oluyor. Uzun ama ne uzun. Bu yolculuk esnasında farkediyorum ki şafak da gurup da batıya doğru giderken uzadıkça uzar. Çünkü Batıya doğru giderken güneşin gittiği yöne doğru gidilir. Bu yüzden güneşin batışı normalde mevsimine göre 15- 20 dakikalık bir zaman alırken, Batıya doğru hareket halinde bu süre hıza ve arazi şartlarına da bağlı olarak 1 saati bulabilir. Gündoğumu da aynı şekilde ancak Batı'ya doğru sürerken şafağı izlemek zor olur. Yani gurup vaktinde Batı'ya sürmek, hele iyi de bir havaya denk gelinmişse tarifsiz bir keyif yaşatabilir insana.
Hiç gündoğumunda sürmedim çünkü yola çıkmalarım en erken havanın az da olsa aydınlanmasının ardından yaklaşık 1 saat süren toplanmanın peşine mümkün oluyor. Dolayısıyla gündoğumunu hele Doğu'ya giderken görme fırsatım olmadı. Ama sanırım siz de takdir edersiniz bu uzatılmış günbatımının nasıl bir keyif olabileceğini. Öyle ki bu gün batımı yavaş yavaş oluşmaya başlayan bir En Güzel Günbatımları sıralamama daha ilk anda 3. sıradan girdi. Muhtemelen daha sonra güncelleyecek olmama rağmen ilk sırada Üsküdar'dan izlenen İstanbul'da günbatımı; ikinci sırada ise yine bu yolculuk sırasında sanki ayarlamışçasına denk geldiğim Balıkesir Ezincik günbatımı var. Ona sonra geleceğiz.
Bu videoyu DJI Osmo aksiyon kamera ile çektim. 4K Video, 8K timelaps çektiğini iddia eden bir kameraya göre pek beklediğim görüntü kalitesini bulamadım. Bu yüzden videoda, gördüğüm renk cümbüşününden ziyade, bulutlu havada alelade bir günbatımı seçilebiliyor ancak. Bir güzellik olarak sadece tam ortaya denk gelen bir dağ nedeniyle iki parçalı bir görsel odak bölgesi oluşmuş. Zorlamayla sanki iki ayrı güneş batıyormuş gibi bir his verebilir, o kadar. Dolayısıyla gördüğüm güzelliğin yine büyük kısmı bana kaldı, belki de olması gerektiği gibi...
Bir taraftan onca teknik alet edevat, onca paylaşım ortamı, bağlantı hızı vs. Diğer taraftan gördüğümüz bir güzelliğin ruhunu iletemeyişimiz. Üstelik iletebildiğimiz kadarının da bizi teslim alması sorunu giderek büyüyor. Elimizde cep telefonu olmadan hiçbirşey yapamaz olduk, önümüzde cereyan eden olayları dahi önce ekrandan izliyoruz, doğru kadraj oluşmuş mu, diye. Beğeniler biraz fazla gelse, yeni kariyer hayalleri kuruyoruz, gelen tepkilere cevap vermek filan...
Ağırlığı giderek artan dijital varoluşumuzun bir taraftan bu kadar boş oluşunu görmek iyi aslında. O yolculuk boyunca yanımda, sadece cep telefonuna bağlı 5 kamera ve ek olarak aksiyon kamera, web kamera, drone kamera bulunmasına rağmen hepsinin farklı kullanım alanları olmasından, tek olmaktan, zamanın kısıtlı olmasından vs. kaynaklı olarak hep birşeyler eksik kaldı. Bu eksikleri tamamlamak ise ilgi alanımı motosikletli bir gezi olmaktan çıkarıp motosikletli bir video kayıt gezisine dönüştürebilirdi. Motopatetik olmak ise biraz akışına bırakmak ve akışa teslim olmakla ilgili. Ben ne yolda günbatımı izlemeyi planlıyordum ne de bunu kaydetmeyi. Daha da ilginci koca Erzincan'dan bu geziye kalan sadece bu görüntü. Diğer türlü profesyonel bir dijital içerik üreten olarak belli şablonlar doğrultusunda fotoğraflar, videolar, metinler üretmem ve bir program dahilinde şehirden şehire geçmem gerekirdi. Bu da maalesef ki dijital içeriğe seyahatin ruhunu aktaramamak demektir.
Bu tür noktalarda bu ayrımı yapmak kolaylaşıyor: Akışa yön vermekle, akışla yönlenmek. Her iki hayat tarzı da kendince güzellenebilecek bir takım haller yaşatır insana. İnsan olmak her ikisini de bir ölçüye kadar yaşamak demektir. Sadece yönlendirilmiş bir akışın bir taşkın anında nasıl yön verme çabaları dahil insan yapısı herşeyi altüst edebildiğini gördük Bozkurt afetinde. Dere yi yönlendirmek öyle bir gücün karşısında tam bir korunma sağlamıyor insana. Diğer taraftan yıkılabilir, nasıl olsa dayanmaz diye yaşam çevresinde en ufak düzenleme yapmayan insanların da başarılı bir yaşam deneyimine sahip oldukları söylenemez. Hindistan'da Ganj nehrinin getirdiği insan cesetlerini yiyen insanlar da akışa fazlasıyla teslim olmuş değiller midir?
Bir başka yazının konusu olarak da artık sıkça vurgulayacağım deney - deneyim kavram çifti de bu dilemmayı anlatır bence. Bir taraftan varoluşa alabildiğine kendini dayatan ve bilim, azim, sağlama yapma vb kelimeleriyle ilişkili bir kavram bulutu var ve bu zihin yapısından insanlar zorla elde ettikleri bilgileri zorla dayatırlar varlığa ve insanlığa. Diğer tarafta ise akışın getirdiği deneyimlere dikkat kesilip suhuletle elde ettiği bilgileri varlığa ve diğer insanlara kendi hayatları üzerinden sunanlar.
Benim açımdan bu daha çok akışa teslim olmuş bir seyahatti ve bu nedenle elde edilen malzemeler de bir standarttan yoksundu. Ancak günbatımına sürmenin keyfinin de böyle bir standart çerçevede kendine yer bulması zor olurdu. Bu yüzden Budavari bir tekrar: Her iki ucun aşırılıklarından da kaçınmak gerekir.
Yorum Gönder