Felsefe aleminin geleneksel tanımları içinde “Felsefe'nin ne olduğuna” dair bir çok ve yeterince açıklayıcı tanım bulunuyor. Bu yazının tartışacağı meseleyi bir zemine oturtmak için bunlardan bi kaçını nakletmekle yetineceğim ve asıl soruna, yani gerçekte “Felsefe'nin Ne Olduğu'na” geçeceğim.
Felsefe Aristo'ya göre “İlkeler ya da ilk nedenler bilimidir.”; Karl Jaspers'a göre ise “Yolda olmaktır.”; ya da “Felsefe yapmak doğru düşünmektir.” Hobbes'a göre.
Görüldüğü gibi bu tanımlar Felsefe'nin hep düşünce boyutuna işaret etmiştir. Felsefe Tarihi başlığında yer alan Felsefi birikimden Felsefe diye bahsedilmediği gibi, yerel veya kültürel bir atıf da yoktur bu tanımlarda. Yani Felsefe, çoklarının zannettiği gibi Felsefe Tarihi'nde yer almış filozofların fikirlerini bilmek ve bunları tartışmaktan ibaret değildir. Aynı zamanda Felsefe, Felsefe Tarihi'nde yer edinmiş fikirlerin evrensel fikirler, tartışılmaz gerçekler olduğu anlamına da gelmez aslında. “Elbetteki öyle değildir” diyenler olacaktır muhtemelen bu yazıyı okuyanlar arasında. Ama lütfen bir bakar mısınız, Dünya'nın kültürel yapısına, Felsefe literatürüne. Bugüne kadar Felsefe'ye eleştirel bakabilmiş kaç “düşünür”, “felsefeci” veya “filozof” olarak yer bulabilmiştir kendine Felsefe Tarihi'nde? Mesela Albert Schweitzer…
Yani felsefeciler Felsefe'yi, her bir kültürün kendine özgü değerleri bağlamında düşünce üretebileceği fikriyle birlikte düşünememişlerdir. Felsefe onlara göre evrensel bir “şey"dir. Dolayısıyla bir felsefeci bir fikre ulaştığında bu her kültür için geçerli olan bir fikirdir. Ayrıca güya Felsefe kişinin kendi fikilerini geliştirmesidir (Descartes) ancak tüm Felsefe Tarihi, birbirine cevap yetiştirmeye çalışmış filozoflarla doludur nedense. Felsefe'nin nasıl olupta bu kadar kuramsal kalmayı becerdiği, insan hayatına değen, geniş kitlelerin tartıştığı, bir şiir gibi dilden dile dolaşan bir yönünün olmadığı, soğuk, anlaşılmaz, ukala ve "akademik gevezelik” (Nietzsche) olmaktan öteye geçemediği gerçeği de ayrı bir eleştiri konusudur. Felsefe'yi hayatına yedirmiş yani yaşamış iki insanın meslekten felsefeci olmaması (Sokrates ve Nitzsche) ve hali hazırdaki düşünce yapısıyla uyumsuzlukları aslında oldukça anlamlıdır.
Daha önceki paragraflarda tanımlarını ödünç aldığımız, Felsefe'nin kadim temsilcilerinin bu bakışı bize çok şey anlatır. Felsefe'nin yakın olduğu kültürün temsilcileri olarak bu insanlar, kültürün düşünme süreci üzerindeki etkisinden bağımsız bir şekilde, inanılmaz bir kibirle, insanlığın sorunlarını “çözdüklerini” iddia ederken, ne hikmetse Felsefe'ye Kuzey Avrupa kökenli olmayan hemen hiç kimse kayda değer bir katkı sağlayamamıştır.
Katkının ötesinde, yukarda bahsettiğim üzere, asıl Felsefe'nin yerini almaya başlayan Felsefe Tarihi bilgisine bile yeterince hakim olamamış, filozofların söylediklerini anlamak için de yine Batı'lı bir yorumcunun eserine yaslanmak zorunda kalmışlardır, diğer kültürlerden felsefe meraklıları.
Oysa gerçekte Felsefe, Philo (Arayış) ve Sophia (Bilgi) kelimelerinin geldiği Yunan kültürüyle ve Filozof denilince akla ilk anda gelen Platon, Descartes, Locke, Hume, Kant, Hegel'in kültürleriyle doğrudan ilişkili bir düşünme eylemidir. Yani Batılı Düşünme'dir. Hatta Kuzey Avrupa'lı Düşünce şeklidir.
Diğer kültürlerden insanların bu düşünce şekline ve birikimine katkı yapmaları bu yüzden çok zordur. Böyle birşeyi ummak İngiltere dışındaki bir ülkede neden İngiltere'de olduğu kadar iyi İngilizce şiir yazılamadığını düşünüp dertlenmek kadar saçmadır. Evet, ara ara ülkemizde de tartışılan bu ülkede neden Felsefe yapılmaz meselesi bu kadar saçma, yersiz ve umutsuz bir beklentiye dayanmaktadır. Bu ülkede Almanca, İngilizce, Fransızca konuşulmadığı için Alman gibi İngiliz gibi Fransız gibi düşünmekte mümkün değildir (ne mutlu ki).
Gelgelelim, bu düşünemediğimiz anlamına mı gelir? Bu da başka bir yazının konusu olsun.
Yorum Gönder